Tuesday, April 29, 2008
curiosity-to-survive FM beirut 4: hashimi madani in collaboration with akram zaatari- itinerary in saida
saida'da hashimi madani'nin ellilerde çektiği esnaf fotoğraflarını souklardaki dükkanların, kahvelerin içinde bulmaya çalıştık, sürekli kaybolduk, kaybolduğumuz yeri anlamaya calışırken aynı dilden anlaşamadığımız arkadaşlar edindik. akram zaatari doğduğu şehrin belleğini bugünüyle incelikle karşılaştırmış, geçmişle bugünü iki geçirgen katman olarak üst üste yan yana koymaya çalışmış. fotoğrafların çekildiği kimi dükkanlar el değiştirmiş, kimileri kapanmış, kimileri babadan oğula dededen toruna geçmiş. dükkan sahipleri öyle mutlu ki anlamasak da arapça anlattılar o eski fotoğrafların hikayelerini.
bir sanatsal arşiv araştırması olarak hashimi madani's itinerary sağlam bir model oluşturuyor. yerleştirmelere de ayrıca dikkat.
ps: akram'a bir kez daha tesekkur, yani "sukran". saida'da kaybolmak orada olan butun home works tayfasinin kafasini acti./ akram, sukran once more for hosting us at saida. it was mind refreshing for everybody who was part of it.
Sunday, April 27, 2008
As soon as I open my eyes I see a film: Experiment in the art of Yugoslavia in the '60s and '70s
"As soon as I open my eyes I see a film: Experiment in the art of Yugoslavia in the '60s and '70s" is a research project and exhibition dealing with experimental strategies in the visual arts in the common cultural space of the former Yugoslavia. The new Museum of Modern Art in Warsaw has chosen to begin its exhibition program with such a subject for a twofold reason. First, its principal mission is to research and map the art scene of the region known variously as Eastern Europe, Central Europe, the former Eastern Bloc or, most recently, 'new Europe.'
Secondly, the developments of the visual arts in Yugoslavia in the 60's and 70's were not exempt from the radical redefinitions of art practice characteristic of this ever-fascinating period in history. In an attempt to be more responsive to the world, art embarked on a journey into reality beyond the confines of the studio and the gallery.
Yugoslavia, a unique sociopolitical entity, itself an experimental federation bound by internationalism, became a fertile ground for a completely new art practice. The trigger for the exhibition was a reflection on the phenomena of experimental film developed in the amateur cine-clubs in '60s Zagreb, Beograd and Split. Experiments in film and art, and the interaction between those fields of practice, provided a new standpoint for examining radical changes in artistic expression and behaviours. A quotation from artist Tomislav Gotovac has been chosen as the title of the exhibition to underline his pioneering role in the mutual permeation of art and film and the development of experimental filmic strategies and new formats in visual art, as well as for his awareness of the non-metaphorical and anti-narrative character of contemporary artistic language.
The exhibition strives to present an overview of that new radicalization of visual codes, and of the emergence of new artistic forms in '70s Yugoslavia - from video to the use of the artist's body, from the redefinition of exhibition strategies and concepts to intervention in public spaces, through to the final abandonment of the borders between art and life.
Artists: Marina Abramovic, Dimitrije Basicevic Mangelos, Crveni Peristil, Attila Csernik, Radomir Damnjanovic Damnjan, Braco Dimitrijevic, Nusa & Sreco Dragan, Ivan Ladislav Galeta, Gorgona Group, Tomislav Gotovac, Group of Six Artists, Zlatko Hajdler, Sanja Ivekovic, Julije Knifer, Ivan Kozaric, Vladimir Kristl, Dusan Makavejev, Ivan Martinac, Dalibor Martinis, Slavko Matkovic, Slobodan Era Milivojevic, OHO, Mihovil Pansini, Nesa Paripovic, Zivojin Pavlovic, Vladimir Petek, Ivan Picelj, Bogdanka Poznanovic, Vojislav Rakonjac, Vjenceslav Richter, Milan Samec, Aleksandar Srnec, Mladen Stilinovic, Laszlo Szalma, Balint Szombathy, Rasa Todosijevic, Goran Trbuljak, Sava Trifkovic, Josip Vanista, Ante Verzotti.
As soon as I open my eyes I see a film.
April 24 – June 21, 2008
Curator: Ana Janevski
Exhibition architecture: Monika Sosnowska
Collaboration: Tomasz Fudala
The Museum of Modern Art in Warsaw, Poland
Friday, April 25, 2008
1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'nda
değişim ayaklardan gelir!
sosyal adalet, eşitlik, bağımsızlık, demokrasi ve barış için omuz omuza 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'nda.
Thursday, April 24, 2008
curiosity-to-survive FM beirut 3: living with the ghosts -portraits of the dead
first image: rafik harriri everywhere (this time from saida)
second image: "signs of conflict" political poster archival exhibition
third image: rabi mroueh performance "how nancy wished that everything was an april fool's joke":
“How Nancy Wished that Everything Was an April Fool’s Joke” is Lebanese foremost playwright, director and actor Rabih Mroueh’s new production, which tackles the turbulent subject of memory and the official history of Lebanon’s civil war. Beirut’s walls were traditionally plastered with posters of its fallen “heroes”, namely fighters or political leaders. Well into the ‘post-war’, with the series of assassinations that began in 2004, and after the Israeli assault in the summer of 2006, portraits of the dead re-emerged on the city’s walls with renewed intensity, gazing at passers-by as if refusing to take leave of the city. The realms of the living and dead are so close that they intermingle, as if cemeteries overlapped homes. Mroueh’s performance asks point blank if there might be a way to induce Beirutis to lay their dead to rest, far from walls and living spaces, let those who have passed on to the beyond, repose in peace and quiet.
Tuesday, April 22, 2008
who was germaine tillion?
Yesterday, Germaine Tillion has died at the age of the age of one-hundred. Few students of anthropology probably can tell you who Germaine is despite the fact that she has been one of the anthropologists who have contributed not only to the understanding of the Mediterranean region, particularly North Africa, but also to the freedom of Europe from the nightmare of fascism and Nazism. She has been a ‘partigiani’ and also a prisoner at Ravensbrueck; a personal experience which would mark her life and her future commitment against torture and oppression. Germanie Tillion’s fieldwork took place in the Aures region of Algeria from 1934 to 1940. The material she collected has been at the centre of her two most famous works The Republic of Cousins: Women’s Oppression in Mediterranean Society and Il etait une fois l’ethnographie.
for more:
http://www.ntvmsnbc.com/news/443475.asp
http://en.wikipedia.org/wiki/Germaine_Tillion
http://marranci.wordpress.com/2008/04/21/in-memory-of-the-anthropologist-germaine-tillion/
curiosity-to-survive FM 2: don't forget handala
handala bu blogda ilk defa 29 aralık'da göründü. bilenler bilir 2008 kutlamalarımı da handala'yla yaptım. handala'yı beyrut'ta görmeyi bekliyordum, zaten orada onu unutmanın pek imkanı yok. ilk fotoğraf hamra caddesi'nden, ortadaki görüntü 29 aralık postamdan. en sonuncusu home works'deki "sexual imagery of israel in arabic imaginary" sunumundan. / handala was first seen on this blog on 29th December 2007. my new year's celebration was also made through handala. i was expecting to see him in beirut, it is impossible to forget about him there. the first picture is from hamra street, the latter is from my 29th December post and the last one is from a home works presentation titled "sexual imagery of israel in arabic imaginary".
Monday, April 21, 2008
olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!
bu arada birtakım cesur kadınlarımız holloway'e açık seks teklifi yaparken pippa bacca'nın cenazesi kaldırıldı. türlü türlü protesto gösterileri. ben kara duvaklı erkeklerin eylemlerine takılmadan edemedim. aynı olmaklık meselesi kurcaladı:
Tecavüz etmek erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'
'Namuz bekçiliği yapmak erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'
'Öldürmek erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'
'Homofobik olmak erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'
ardındaki iyi niyeti görüyorum tabii ama "olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu" tiradını hatırlatıyor bana bu iş. kadın olma/mak, erkek olma/mak. iyi de tecavüz de, "namuz" bekçiliği de, fiziki/manevi şiddet de homofobi de bu topraklarda hem erkekliğin hem kadınlığın parçası işte. daha önceleri neredeydiniz? (adnan da koymuş bloguna) olmamakla işin içinden çıkılmıyor, yüzleşmek ve hesaplaşmak gerekiyor. yoksa kara duvaklı skeç imgeleri olarak copy paste etiket gibi kala kalır bu karşı çıkışlar. sözüm dersini çalışanlara değil tabii ki. onlar kara duvak takmış cin fikirli birkaç gazetecimiz de toplumsal görünürlüğü yüksek kadınlarımıza gelinlik giydirip gebze yoluna çıkarmış. al birini vur ötekine. toplumsal bilinçlenme seanslarımız bile ne kadar teatral.
arada oya baydar'dan bildik yurttan sesler notaları dışında bir şeyler çıkmış. yukarısıyla aşağısını bağlayınız:
"Yasaların ve uygulayıcıların eril şiddet kültürüyle yoğrulmuş olduğu, sunturlu küfürlerin hep kadın cinselliği üzerine kurulduğu, kadının erkeğin tarlası, namusu ve malı olarak görüldüğü bir toplumda tecavüz ve benzeri şiddet olaylarının azaltılmasının bir yolu, yasaların ve uygulamaların “tahrik indirimi” vb. gibi erkeği kayırıcı hükümlerden ve kararlardan arındırılması olabilir. Ama asıl sorunumuz, kadının ebedi “öteki” sayıldığı bir kültürde, “öteki”ne şiddet uygulamayı mubah sayan zihniyet. Bu yönden bakarsak Hrant Dink cinayetiyle Pippa’ya tecavüz edilip öldürülmesi, derindeki nedenleri itibarıyla pek de farklı şiddet olayları değil."
tecavüze devam
Yıldırım Türker
Ölümüyle, hunharca katledilme-siyle tarihe bir dönüm noktası olan insanlar vardır.
Hrant'ın ölümü sayesinde dile getirilemeyenlerin, hayatın her alanının her rütbesinden gönüllünün katıldığı cinayet örgütlenmelerinin ortaya çıkarılması konusunda iyi kötü bir adım attık. Devamının gelmesi için; canımıza tehdit, dilimize kilit olan kutsalların bir bir sorgulanabilmesi için artık iş bize düşüyor.
Aynen İtalyan sanatçısı Pippa Bacca'nın ölümü gibi. Onun barış performansını kanlı bir müdahaleyle korkunç bir sona yazan vatandaşımızın ardındaki karanlığı kurcalamak da şimdiki görevimiz.
Pippa, performansına hepimizi katıyor işte.
Gazetemizdeki muhteşem Kaan Sezyum'un son yazısının başlığı, 'Her Türk Münferit Doğar' idi. Bacca'nın tecavüzcü katili de gayretkeş Türklük muhtarları tarafından münferit, dünyanın her ülkesinden çıkabilecek bir sapık olarak yansıtıldı.
Oysa öyle olmadığını biliyoruz. Değil mi?
Yakın zaman önce Batman'a gittim. Hizbullah'ın, savaşın, intihar eden kadınların Batman'ı. Bir zulüm laboratuarı olarak gözlerimizden ırakta, yolunu bilsek de bir türlü ulaşamadığımız Batman. Orada yine dudak uçuklatan öyküler dinledim.
Batman Barosu'nun Batman'ın 'kenar mahalleleri'nde başlatmış olduğu bir çalışmadan izlenimler. Liselerde 'Aile içi şiddet' konusunda bir bilinçlendirme çalışmasına katılan genç avukatlar çaresiz bir şaşkınlık içinde anlatıyorlardı. Aile içi cinsel tacizin ne kadar yaygın olduğunu. Amcaların, dayıların, erkek kardeşlerin, küçük kız çocuklarına tecavüzünün yaygınlığını. Sokaklarda rahat yürüyebilmesi bile mümkün olmayan kızların ev içinde nasıl birer cinsel nesne olarak kullanıldığını. Kimileyin analarının da birer suç ortağı olarak onları nasıl suskunluğa teşvik ettiğini.
Ama karanlık çöktüğünde hiçbirimiz bu konulardan konuşmak istemiyorduk. Bazen birinin gözleri dalıyor, Batman'daki intiharların neden bir türlü durdurulamadığını soruyordu. Artık delikanlı oğlanlar da birer ikişer atıyorlar kendilerini Hasankeyf kalesinden. Kızlar neyse de oğlanlara ne oluyor, diye soruyordu genç bir avukat.
Çünkü görsek de, bire bir tanık olsak da kabul etmek istemediğimiz, bir an evvel unutmaya, kendimizi şaşkınlığın ve masumiyetin şefkatli kollarına bırakmaya alıştığımız bir konu, tecavüz. Ve ensest.
Pekiyi bu konu Batman'a özel, o şehrin havasından suyundan kaynaklanan bir durum mu?
Daha dün İstanbul'da karın ağrısı şikâyetinden doktora götürülüp 8,5 aylık hamile olduğu anlaşılan 12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenin dayısı olduğu haberi vardı Radikal'de.
Yine iki gün önce birkaç doktorun Düzce Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalı'na cinsel saldırı iddiasıyla başvuran bir grupla yaptığı araştırmanın sonuçları yayınlanmıştı.
Sonuçlara göre cinsel saldırganların yüzde 43.4'ü tanıdık. Yüzde 13.2'si eski sevgili, yüzde 11.3'ü koca, yüzde 7.5'i biyolojik baba, yüzde 7.5'i de yakın erkek akraba.
Mağdurların yüzde 18.9'u 11 yaşın altında. Yüzde 69.8'iyse 18 yaşın altında.
Tecavüz, gerek kanıtlanması güç olduğundan, gerekse kurbanların başlarına geleni anlatamamasından, herkesin bilip kimsenin engelleyemediği bir gerçeklik olarak suratımıza sırıtıyor.
Bu memlekette çocuk sevgisinin ne anlama geldiği üstüne iyice bir düşünmeliyiz.
Tecavüzcü sürüsü
2003 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı başıma gelmedik kalmamıştı.
Görmezden gelmeyi sürdürdüğümüz takdirde toplum olarak bir tecavüzcü sürüsüne dönüşeceğimizi vurgulayan bir başlıktı kullandığım. Oysa basınımızın kimi militarizm bekçisi ve Genelkurmay benim bu başlığı ordu için kullandığım konusunda hemfikirdi. Yurdun dört bir yanında kutsal sacayağından töre, kız çocuklarını, kadınları intiharla ya da infazla sustururken diğeri, yani militarizm bu konuda devreye giriveriyordu.
Jandarma Genel komutanlığı, Ş.E.'ye tecavüz ettiği gerekçesiyle 405 (dört yüz beş) personeli hakkında açılan davaya ilişkin sadece birkaç gazetede çıkan haberlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti: "... abartılı olarak yansıtılan iddianın...basın organlarında yorum ve değerlendirmelere tabi tutulması ve 'Ş.E.'nin onur mücadelesi', 'Tecavüz skandalı büyüyor', 'Ş.E.'nin annesi de tecavüze uğramış'...gibi başlık ve sloganlarla çarpıtılarak sunulmasının bölücü örgüt ve işbirlikçilerinin propaganda amaçlı gayelerinin bir parçası olabileceği değerlendirilmektedir."
Dolayısıyla bu konuda susmamız, Ş.E.'yi, anasını ve benzeri sayısız kadını bir kez daha yapayalnız bırakmamız gerekiyordu. PKK yanlısı sanılmamak, hatta ilan edilmemek için.
İsteyen o tarihte çok kısa süre gündemde kalabilen bu korkunç tecavüz iddiasıyla ilgili yazılanları, Ş.E.'nin anlattıklarını okuyabilir.
Almanya'da yaptığı bir konuşmada aynı konudan söz açan Eren Keskin'in çilesi de, belki takip ediyorsunuzdur, hâlâ sürmekte.
'Türk askeri böyle şey yapmaz' diye haykıranlar, bu yıl Newroz kutlamalarına izin verileceğini açıklayan Bakanlık'a rağmen asker tarafından işbaşına sürülen polislerin Yüksekova'da panzerlerinden megafonla yaptığı, 'Jandarmalar geliyor. Bacılarınızı yollayın' anonslarında da bir haber değeri görmedi elbet. Acaba o anonslar ne anlama geliyordu?
Şimdi, ele güne rezil olma paniğiyle Pippa'nın tecavüze uğrayıp katledilmesinden Türk'ün onurlu utanç gösterisi çıkarmaya çalışanlar, bu toprakların ve kültürün münferit sapıklarından hayıflananlar, açıkça sahtekârlık ediyor.
Dava konusu olan o beş yıl evvelki yazımda bütün topluma öfkeyle seslenmiştim. Ne idüğü belirsiz Basın Konseyi'nden, davam sürmekte olduğu halde ihbar niteliğinde bir 'kınama cezası' alan o yazımın sonunu bir kez daha okuyalım istiyorum:
Bu topraklarda her nesilden kaç milyon kadının tecavüze uğrayıp hayatta kalmak adına yaşadıklarını sineye çekerek bir başına yaralarını sarmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü? Gecenin bir vakti kan ter içinde uyanıp kâbuslarını yapayalnız yaşamak zorunda olan; çocuklarını, yakınlarını, en önemlisi hayatlarını korumak için uğramış oldukları bu en vahşi saldırıyı unutmaya çalışan ne kadar kadın var yanımızda yöremizde. Solcu diye, Kürt diye, yoksul diye, fahişe diye, kocasının karısı diye, onun yeğeni bunun baldızı diye ve daha bütün insanlık hallerini sıralasak onlar diye, her şeyden geçtim kadın diye, 'kirletilmek' fiiliyle peçelenmiş diye her gün kaç kadın tecavüze uğruyor diye düşünmüşlüğünüz var mı? Mutlaka vardır. Çünkü sokaklarda, eviçlerinde, hayatın her köşesinde kadın cinselliğini küfre emanet etmiş dolanıp duruyorsunuz. Ancak birbirinizin anasını avradını bacısını sıradan geçirdiğinizde rahatlayabiliyorsunuz.
Birbirlerine yılışarak el veren saygıdeğer aile babaları tarafından iştahla ırzına geçilmiş kız çocuklarının gönüllü olup olmadığını tartışmayı biliyorsunuz çünkü. Sizden değil diye, HADEP'li diye, Dev-Solcu diye, fahişe diye, gülüp geçmeseniz bile içinizden sinsi bir 'Oh olmuş orospuya' geçiyor çünkü. Tecavüzcü Coşkun'u gıptayla kudurmuş bir tezahüratla karşılayan sizsiniz çünkü.
Çünkü Türk askeri yapmaz. Çünkü hepsi söylenti. Çünkü her şey bölücülerin ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü kadındır, hak etmiştir.
Kadınlardan nefret eden bu toplum tecavüzcülere çanak tutuyor. İkiyüzlülükle, korkaklıkla, alçakça susup görmezden gelerek. Kimileyin açıkça onaylayarak.
Pekiyi neden her erkeğin anasına bacısına karısına küfredildiğinde bir cinayet makinesine döndüğünü, hele içkiliyse sel salya sümük bağrını yumruklayıp ölüme koşar gibi yaptığını hâlâ anlayamadınız mı? Bu namus müsameresinde kadınına toz kondurmayan horoz kılığına bürünmek saklanmanın en mubah yolu da ondan.
iyi ki konuşuyorsun müjde, bana hep iyi geliyorsun
youtube'a adını girseniz sürekli oynadığı seks sahneleri iniyor, acayip yorumlarla. insan müjde ar'ın cinselliği bu kadar bastırılmış, ensestleştirilmiş bir ülkede bir nevi halkın seks yıldızı rolünü oynamış olduğunu fark ediyor. belli ki hem kadını hem erkeği için.
eh bu sistem hepimizi bir adresi belli posta kutusuna yerleştirmeye bayılıyor. onunkisi de cüretkar seks sahnelerini oynayan kadın. hani o çok duyduğunuz müjde'nin balkonları ooooo.
çok kavga etti.
lafını sakınmaz dünya görüşüyle, hassasiyetiyle, kendine has bilgeliğiyle bana her gördüğümde çok iyi geliyor müjde. sıkılıyormuş ama iyi ki yapmaya başladı o programı. kaç kadın konuşuyor böyle? milliyet pazar'a da okkalı bir röportaj vermiş.
benim notlarım:
İtalyan sanatçı Picca Bacca cinayeti hemen sizin “Arabesk” filminde gelinlikle tecavüze uğramanızı hatırlattı.
Ertem Eğilmez’in dehası bu. Ama toplum o halde ki, “Otostop çekersen başına bu gelir”e getirdiler. Evinde otur kadın, sana ne. Konuşamayan toplumun sonuçları... Bugün Türkiye’de korkunç bir ensest var. Ve bu insanlar bunu dile getiremiyorlar. Dile getiremeyen kız ilerde kocasını öldürüyor, erkek çocuksa gidip otostopçu kızı öldürüyor. Tecavüzün altında yatan şey, tecavüz edene yapılan şiddettir. İki kere iki dört.
...
“Ben bu kadar okuyorum ediyorum, yine de anlamak istedikleri kadar anlıyorlar” sıkıntısı yaşıyor musunuz?
Burası böyle bir yer. Bunu kabullenmezsen çekip gitmen lazım. Ben uzun yıllar yurtdışında yaşadım, üç kuruş param oldu mu altı aylığına gidiyordum. Ondan sonra beni buraya bağlayan Söz oldu. Çocuğu yurtdışında çok iyi bir okula da verebilirdim. Ama istemiyorum. Önce kim olduğunu bilsin istedim. Ama burada hayatımdan memnun olduğum anlamına gelmiyor bu. Çok sıkılıyorum. Söz liseyi bitirene kadar buradayız.
Sonra nereye?
İtalya’da okuyacak herhalde. Onun için bu iki yılı bayağı bir çalışarak, para biriktirerek geçireceğim.
Burada şöhretken orada hiç kimse olmak endişeniz var mı?
Hiç umrumda değil. Aksine o kadar rahat ediyorum ki. Ben bu işlere şöhret olayım diye buluşmadım. Kader seni yuvarlıyor. Ben hayatımı akademisyen olarak sürdürmeyi düşünüyordum. Daha sonra da bu meslekte inatçi oluşumun sebebi bu meslekten para kazanmam. Başka bir alandan bu koşullarda yaşama şansı elde etsem devam etmezdim.
Neden?
Çok yorucu. Burada kadın olarak kalmak, bir sürü abuk sabuk şeyle mücadele etmek çok yorucu. İnsan dünyaya bir kere geliyor. Yok iz bırakmak, iyi filmler... Tamam anladık da, bunlar nereye kadar?
Kamera için yaşayan starlardan değil misiniz?
E değilim. Beni mutlu eden başka şeyler de var. Kuru mama alıp sokak köpeklerine dağıttığım zaman da aynı hazzı alıyorum.
Gerçekten mi?
Tabii. İnsanoğlunu ayakta tutan, bir şekilde işe yarama duygusudur.
Bunu ne zaman keşfettiniz?
30 yaşında. Günlük hayatın içinde bir işe yaramak mesele. Onaylanmak dersen... Bir insan tarafından onaylanmaktansa bir köpek tarafından onaylanmak daha hoşuma gidiyor.
...
Peki program sırasında, mesela “dağdaki çoban” konuşmasında Aysun Kayacı’yı kaş göz yapıp susturmak geliyor mu içinizden?
Hayır, tam tersine her şeyi konuşsun istiyorum. Geçen program çocuk ağzını açamayacak hale geldi. Bu ülkede kadınsa, hele güzelse konuşmasın. Hele sarışınsa maazallah! Benim hayatım da kavgayla geçti. Sokaktaki kadınsan parmak yiyorsun, ekrandaki kadınsan hakarete uğruyorsun, sinemadaki kadınsan hele benim gibi kadından yana tavır alıyor ve cinsel özgürlüğü savunuyorsan ayvayı yedin.
Sonunda kim olduğun ancak 30 sene sonra anlaşılıyor. “50 yaşına geldi bu kadın, yeter artık” diye kesiyorlar saldırıyı. 20’li yaşlarda bir insanın bocalama hakkı yok mu? Aysun bazı şeyleri bilmeyebilir. Hem bak, görüyorsun, evin her tarafından kitap çıkıyor. Böyle bir evde ben 17 yaşındaki çocuğuma daha bir roman bitirtemedim.
Sunday, April 20, 2008
ongoing project by akram zaatari and arab image foundation Hashem El Madani: Itinerary
The Madani Project takes the archive of Studio Shehrazade as study material to understand the complex relationship which ties a studio photographer to his working space, his equipment and tools, economy and aesthetics, and further explore his ties to his clients, society and the city in general. Initiated by Akram Zaatari and the Arab Image Foundation (AIF), the project meets Zaatari’s interest in living situations that testify on modern traditions and complex social relationships as well as AIF’s commitment to preserving, indexing and studying photographic collections in the Arab world.The Madani Project takes shape as a series of thematic exhibitions, Publications, interventions and videos centered on Hashem El Madani and his archive.
“Hashem el Madani: Itinerary” looks at portraiture in the place of work, specifically at portraits of individuals, shop owners or workers, standing at the door of shops they owned or worked in. By identifying locations of 41 photographs, the project retraces Madani’s path while working in Saida’s streets, in the early fifties. In its first phase, 41 photographs are placed in 33 locations in the old city, and indicated on a location map. In its second phase, 31 additional photographs will be placed in locations outside the old city.
personal note: photos from saida (and beirut) are coming soon...
Monday, April 14, 2008
beyrut'un haritası yok
khalil joreige burası küçük görünebilir ama yerler birbirine uzaktır, dediğinde ilk başta anlamamıştım. doğu beyrut'ta sfeir semmler gallery'ye giderken şehrin içinde kaç şehir olduğunu, bu şehirlerin birbirine ne kadar ince bağlarla tutunduğunu fark ettim.
home works kapsamında medinat sineması'nda Why Do We Kill Ourselves? diye bir panel yapıldı, intihar timleri üzerine. arapça konuşmayan grup olarak kötü çeviriye rağmen lokal söylemin ne olduğunu anlamaya çalıştık. hizbullah durumu burayı öyle paralize etmiş ki. ne yaşananlar açıkça konuşulup tartışılabiliyor, ne de bunun üzerine bir dil üretilebiliyor. lübnan'daki grupların ırak'taki gerillaları eğitmeye gitmesi üzerinde takılıp kaldık.
yarın bilen birkaç kişiyle birlikte güneydeki artık boş olan kampları görmeye gideceğim.
home works programına gelince:
video screeninglerde bugün emre hüner'in, yarın ve sonraki gün ahmet öğüt'ün, sonra da köken ergun'un işleri gösteriliyor.
michael rakowitz konuşuyor, rabih mroue yeni bir performans yapıyor, brian holmes'un sunumu var. najwan darwish'in "the sexualised image of israel in arab imaginary", nada shabout'un "usurping history: iraqi art, monuments and artists", alessandro petti'nin "decolonising architecture: reorienting israel's architecture of occupation" konuşmaları ilginç görünüyor.
Saturday, April 12, 2008
bitter tears of pippa bacca ya da kadın hakkı olmaz hakkı erkek ismidir
türkiye'de erkekliğin iki ucu:
namusunu kurtarmak için kız kardeşinin peşine düşen tek başına, yabancı, dil bilmeyen bir kadını gördüğünde kendine hakim olamıyor. gelinlik görünce aklına neler geliyor düşünmek bile istemiyorum. kız kardeş de öldürülüyor, tek başına yabancı kadın da. hem de gelinliğinin içinde.
üçüncü sayfalarda kaybolup gidiyorlar.
işte bu yüzden kimilerinin burun kıvırdığı bazı sorular önemini ve aciliyetini hiç kaybetmiyor.
pippa'nın acı yaşları içimizi yakıyor.
berlin-beyrut hattında
Friday, April 11, 2008
nokta beraat etmiş!
"Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuksuz yargılanan kapanan Nokta dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş ile avukatları katıldı. Duruşmaya gelmeyen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’i ise avukatı temsil etti. Davayı karara bağlayan mahkeme, “iftira” ve “neşren hakaret” suçlamasıyla yargılanan Görmüş’ün, suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraatına karar verdi."
Beograd Gazela -- Travel Guide to a Slum
---------------------------
We are pleased to inform you about the release of the German edition of Beograd Gazela -- Travel Guide to a Slum, published by Drava. In the course of the spring, further editions in Romani (likewise with Drava), Serbian (with the Belgrade publisher Rende) and in English will follow.
www.beogradgazela.net
www.drava.at
Beograd Gazela -- Reiseführer in eine Elendssiedlung
Lorenz Aggermann, Eduard Freudmann, Can Gülcü
German.
Pbk. 224 pages
Price: EURO 19.80; CHF 35.90
DRAVA 2008. ISBN: 978-3-85435-533-5
Although there are a great many slums throughout Europe, hardly anyone ever asks how they come into being, how life within them transpires, and what impact such a location has on the day to day life of its residents. One particularly striking example of such a settlement lies under the highway bridge Gazela in Belgrade: tens of thousands pass it daily; nevertheless there is hardly any reliable information about the settlement and the people -- the vast majority of whom are Roma -- who are forced to live there.
Beograd Gazela -- Travel Guide to a Slum focuses attention on a place which is paradigmatic for the recent history of Roma in Southeastern Europe. The book provides essential information about the social and economic structures of this slum and exposes the complex mechanisms of marginalization and discrimination against its inhabitants. In addition, the individual chapters are accompanied by a discussion which deals with the Travel Guide’s origin as well as questions that were still open even after the completion of the typescript.
March 28 to May 31, 2008
Participation in the exhibition
"Land of Human Rights: At the limits of the Thinkable"
April 11, 2008, 7 p.m.
Cabaret Voltaire, Zurich
Book presentation
April 16, 2008, 8 p.m.
Book presentation and subsequent panel discussion
April 17, 2008, 7 p.m.
Kunstraum Lakeside, Klagenfurt/Celovec
Book presentation and subsequent discussion
April 25, 2008, 7 p.m.
Depot, Vienna
Book presentation and subsequent panel discussion with Mirjam Karoly (political scientist) and Elke Krasny (cultural theoretician),
moderated by Katharina Morawek (art mediator, editor)
May 23 to June 21, 2008
Bucharest Biennale 3
Participation in the exhibition, book presentation and panel discussion
Lorenz Aggermann, Eduard Freudmann, Can Gülcü
tel.: +43/650/537 30 50
info@beogradgazela.net
www.beogradgazela.net
Thursday, April 10, 2008
utrecht'ten son durum
're-projecting (Utrecht)'
Ricardo Basbaum
Events 17 – 26 April
Exhibition opening 26 April, 15.00 at Casco
A drawing of an abstract shape was applied to the map of Utrecht determining nine locations for collaborative projects. In each location events will be conducted by invited artists, artists' groups, people from the local communities, thinkers, philosophers, curators, writers, etc, which take a variety of formats and durations, in many cases responding to the specificities of the location. Events will be realized almost every day, over ten days in April. These include Iratxe Jaio and Klaas van Gorkum's 'Overvecht Zombiewalk', Steve Rushton's radio play, 'The Germ', a conversation with Simon Sheikh and Renger de Bruin about the public sphere in a private home, Mieke Van de Voort's game 'generale staten' about the spreading of a virus, and Ricardo Basbaum's 'Me & You, choreographies, games and exercises.' The events are linked through conceptual threads that Ricardo Basbaum has been using in his work over the last few years, such as notions of transformation, subliminal contact, the organic line, contact zones, microperception, repetition and the politics of the subject. All events are open to the public. A number of the events are open for participation, please see the schedule below for details.
Programme of events:
Events 1 – 4
Event 1: 'Word Play' Casper Fioole, Bart Bleijerveld, Gijs ter Haar Thursday 17 April, 16.00-18.00 Location: Bankaplein playground, Lombok, Utrecht Word play with slam poets In collaboration with Expodium and students from DAI and HKU
Event 2: 'generale staten' Mieke Van de Voort Friday, 18 April, 14.00 – 16.00 Location: Former Opel Showroom, Admiraal Helfrichlaan 6-8, Jaarbeurs, Utrecht A participatory game that imagines the spread of a virulent pandemic RSVP to participate*
Event 3: Overvecht Zombiewalk Klaas van Gorkum, Iratxe Jaio Saturday, 19 April, 14.00 Location: Starts at Buurthuis Transit, Moldaudreef, Overvecht, Utrecht Zombies will spread from the Buurthuis Transit to the area of the Overvecht shopping centre. More info: www.zombies.parallelports.org RSVP to participate*
Event 4: 'Me & You, choreographies, games and exercises' Ricardo Basbaum, Christiane de Morais Smith Lehner, Mario Campanella Sunday, 20 April, 15.00 – 18.00 Location: Giraffedreef, Overvecht, Utrecht A series of participatory games and choreographies that play with the personal pronouns 'me' and 'you' that are worn on t-shirts of the participants. Accompanied by talks on diagrams and theorethical physics by Christiane de Morais Smith Lehner, and on pedestrian flows by Mario Campanella. Further events:
Event 6: Tuesday, 22 April, 20.00: 'The Germ' by Steve Rushton
Event 7: Wednesday 23 April, 20.00: 'Public and Private Spheres' Mariëtte Eijdems, Simon Sheikh, Renger de Bruin
Event 8: Saturday 26 April, 15.00: Exhibition opening and discussion amongst project participants
Event 9: Saturday 26 April, 18.00-21.00: Samba and BBQ
Please see www.cascoprojects.org for further information *To find out about participating in any of the above-mentioned events please contact Magali Meijers: magali@cacsoprojects.org
Casco
Office for Art, Design and Theory
Nieuwekade 213-215
3511 RW Utrecht
the Netherlands
T/F: +31(0)30 2319995
opening hours: Tue - Sun 12am - 6pm
info@cascoprojects.org
berlin'in içi dışı bb5 çeperleri
Exhibition: March 29 May 18, 2008
Opening: March 28, 7 p.m.
Artists: Dave Hullfish Bailey (USA), Margit Czenki / Christoph Schäfer (D), Marjolijn Dijkman (NL), Christoph Draeger (USA/CH), Azin Feizabadi / Kianoosh Vahabi (D/IR), Cornelia Hesse-Honegger (CH), René Lück (D), Eva Meyer Keller (D), Claudia Mucha (D), Lisi Raskin (USA), Lise Skou / Nis Rømer (DK), spector cut+paste (Markus Dreßen / Anne König / Jan Wenzel) (D), Andrei Ujica (D/RO), Ingo Vetter (SE/D)
Exhibition Design: Oliver Clemens, Sabine Horlitz
One dramatic weather event follows on from the next: floods, droughts and storms are reported from throughout the world, further heating up the debate of environmental risks and crises. Media arguments that catastrophic climate changes are impending make for a constant state of public alarm so as to create an atmosphere of fear and strengthen established positions of power. A threat is repeated, presented as being real the result is a state of emergency. If things go no further than the forecast, however, a post-catastrophic consciousness arises wherein political action appears to be hopeless. Who is behind the current 'red alert' and who is it that benefits from it? The "Katastrophenalarm" exhibition examines media fabrications of this kind and the appropriation of environmental disasters by politics. Artists were invited to analyse the mechanisms used to convey a sense of danger and the visual presentation of catastrophes.
The social causes of environmental danger and crises are frequently transfigured to produce the impression they are the results of an act of god. In this way the scenario of climate change becomes a stage setting, used to present the arguments of political or economic powers seeking to protect their secular interests by concealing them within quasi-religious stories: the mistakes of mankind lead to a global cataclysm, which depending on the underlying motivation is described as being unavoidable or just possible to avert. The figure of the hero, appearing in the guise of the future-oriented and environmentalist scientist, politician or industrialist, is thus given a new degree of magnetism. These roles, stories and images that characterize a disaster are made visible by the artistic contributions. Shouldn't we all be alarmed in the face of this kind of fabrication and instrumentalization, which is itself a part of the 'catastrophe' and with that of society's relations with nature?
An artists' book will be published to accompany the exhibition and in cooperation with the Leipzig magazine "spector cut+paste a special edition focussing on climate change.
Katastrophenalarm is curated by the NGBK project group: Sophie Goltz, Christine Heidemann, Anne Kersten, Vera Tollmann, Ingo Vetter
-----------------------------
Programme (in English)
Tuesday, April 29, 7p.m
"A Rebours: Nature on Films" (Films by Welsby, Rabban, Gattan, Richardson)
Filmscreening with Maxa Zoller, Film curator (London)
Sunday, May 18, 5 p.m.
Finissage "Tipping Point", Lecture by Lisi Raskin performed by Nina Hoffmann, actress (Berlin)
Wednesday, April 9, 2008
emre hüner'den mutlak krallık
10 Nisan – 10 Mayıs 2008 gün batımından gün ağarana kadar
Emre Hüner Mutlak Krallık’ı oluştururken bütün bir cumhuriyeti resmediyor. Modernizmin karanlık ilkelerine ait totaliter imgeler kesişen zaman dilimleri boyunca yeniden şekilleniyor. Bir yolcu uçağı prototipi betonarme bir şehirin üzerinden uçuyor, Antonio Sant'Elia’nın La Città Nuova’sı üzerinden doğu güneyi doğuyor, Yapılandırmacı (Constructivist) heykeller Simpsons çizgi filminin bulutları arasından yükseliyor ve I. Dünya Savaşı’ndan kalma zeplinler 1936 tarihli bir Life Dergisi’nin kapağı üzerinde dolanıyorlar. Aynı esnada üçgen bayraklar mekanik kolların ucunda dalgalanıyor. Bir zamanlar İtalyan futurist sanatçılar tarafından yeni toplumu geleceğe doğru taşımak için tasarlanan üçgen bayraklar şimdi ise tarihsel panoramaya karşı çıkıyorlar. Modernist ütopya imgesi muz cumhuriyetinin sarı rengine boyanıyor. Burası Mutlak Krallık.
Mutlak Krallık yama ekranının kamusal alandaki yeri göz önünde bulundurularak üretildi. Şehir sakinleri ekranı sokaktan yukarı bakarak görüyor. Eserde ise şehirler çoğunlukla yukarıdan gösteriliyor ve böylece her şey görsel olarak tersine çevriliyor. Açıların tutarsız olduğu ve perspektifin bozulduğu tersine dönmüş bir dünya görüyoruz. Hüner iyi kavradığı canlandırma teknikleri ile ütopyanın dilini bozmak için basit mekanik jestler kullanıyor. Mükemmel bir şekilde çizilmiş ve canlandırılmış manzaralarla fantastik retro-gelecekçi dünyalar yaratıyor.
Yakın zamanda katıldığı sergiler arasında Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi tarafından Westfälischer Kunstverein, Münster’de düzenlenen ‘Son Şeyler’ (2008); Hou Hanru’nun küratörlüğünü yaptığı 10. Uluslararası İstanbul Bienali ve TICA Tirana Contemporary Art Institute (Tiran Güncel Sanat Enstitüsü) tarafından düzenlenen 'Fairytale' (2007) adlı sergi yer alıyor. 2007’de BAS, İstanbul Hüner’in Bent 003 adlı sanatçı kitabını yayınlandı. Aynı zamanda, Via Farini, Milano’da düzenlenen 'Video Invitational #2' (2006) ve Palazzo della Ragione, Milano’da düzenlenen 'Con Altri Occhi' (2005) sergilerinde eserleri yer aldı.
---------
EMRE HÜNER
TOTAL REALM
Exhibition continues:
10th April – 10th May 2008 dusk – dawn
An entire republic of tableaux is built up by Hüner to form Total Realm. Here Totalitarian imagery from modernist’s dark principles are reconfigured across overlapping time zones. A prototype passenger aeroplane flys over a concrete city, an eastern sun rises over Antonio Sant'Elia’s La Città Nuova, Constructivist sculptures ascend through Simpsons cartoon clouds and World War 1 zeppelins cruise over a Life magazine cover from 1936. Meanwhile triangular flags are waved by mechanical arms. Triangular flags, once designed by Italian futurist artists to propel society forwards, are now set back against the landscape of history. The imagery of modernist utopia is re-coloured with the yellow of a banana republic. This is Total Realm.
Total Realm has been made with yama’s public screen in mind, this screen is seen from street level by the citizens of the city looking up from below, the piece itself often shows a city seen from above, so a visual reversal is set in motion. What we see is a world turned upside down where the angles are inconsistent and perspective has been undone. Emre Hüner’s thorough understanding of animation techniques uses simple mechanical gestures to undo the language of utopia. His exquisitely drawn and animated landscapes form fantastical retro-future worlds.
Emre Hüner was born in 1977 in Istanbul, where he currently lives and works. Working in drawing, video and installation, he explores themes around hypertechnological industrial developments; man’s relationship to nature and architecture; and the concept of risk in society. He draws on an archive of images collected from the Internet, found photos and books.
Recent exhibitions include 'Die Letzten Dinge', curated by Platform Garanti Contemporary Art Center, at Westfälischer Kunstverein in Münster (2008), 10th Istanbul Biennial, curated by Hou Hanru, and 'Fairytale', at TICA, the Tirana Contemporary Art Institute (2007). Hüner’s artist’s book Bent 003 was published by BAS, Istanbul, in 2007. He also took part in the exhibitions 'Video Invitational #2' (2006) at Via Farini and 'Con Altri Occhi' (2005) at the Palazzo della Ragione, both held in Milan.
Tuesday, April 1, 2008
john barlow "looking for headless" in bahamas for goldin+senneby
day one: first approaches
day two (part one): security
day two (part two): more surprises
day three: tea means tea
day four (part one): disaster #1
day four (part one): disaster # 2
john barlow will be present for "data recovery" opening. we will stage a talk together.
this ongoing travel journal is part of the research in process by goldin+senneby -swedish pay masters he jokingly calls in the travel notes- for their investigation into Headless offshore company. check the blogpost on 29th March for simon and jakob's introduction.