"Kültürel alanda durum daha karışık. Türkiye'ye dışarıdan bakan bir gözlemci, bu toplumda sürekli bir kültürel "tabula rasa" eğiliminin egemen olduğu sonucuna kolaylıkla varıp; Türkiye toplumunu, muhafazakarlığın radikal biçimde karşı kutbunda yer alan, kültürel planda bir çeşit devrimci (yani kurulu olanı sürekli yıkıp, onun yerine yenisini yapmaya çalışan) bir toplum olarak ele alabilir. Böyle bir değerlendirme elbette gerçeği yansıtmayacaktır. İçinde doğduğu evi bir an önce yıkıp, onun yerine içinde yaşayanların hiçbir şekilde sahiplenemeyecekleri şahsiyetsizlikte apartman dairelerini üst üste yığmaktatelaş eden toplum üyelerinin kültürel değer yapısının gevşek olduğu açıktır. Ama bu gevşeklik daha arzulanır değerlerin benimsenmesine olanak sağlayan dönüşümlere açık bir yapıya değil, en kolay benimseneceği ve köklü değişiklikler gerektirmeyeceği hissedilen ilk yeniliği apar topar benimseyiverme zaafına işaret eder. Yıkılanın yerine konan şey bilinçli bir tasarımın sonucu olmaktan çok, bir şeyler yapıyor görünme telaşının ürünüdür. Dışarıdan bakan gözlemciye çok hareketli bir toplum izlenimi veren, bu yüzeysel telaştır. Toplumun dış cephesinde görülen bu hareket, değişim, gürültü ve patırtının arkasında kökleri çok derinlere inen bir muhafazakarlık durmaktadır.Bu muhafazakarlığın bir kökü yakın tarihimizde yatmaktadır.
Her toplumun kendine özgü ritm ve biçimde yaşadığı kültürel dönüşüm, Türkiye toplumunda, tarihi sıfırdan başlatmak isteyen, devlet gücüyle donanmış bir tahayyülün açtığı yaralarla kısa zamanda onarılması güç biçimde sakatlanmıştır. Bu nedenle, toplumun muhafazakarlığı, devletin onu yakın zamana kadar sürüklemek istediği, dış görünüşüyle Batı toplumundakilere benzeyen, ama içeriğine bakınca ne idüğü belirsiz olan değer ve kurumlara karşı bir direnişin ifadesidir. Ama bu açık bir direniş de değildir. Susup önüne bakma ve mümkün olduğunca bildiği gibi yapmaya çalışmak olarak tezahür eder. Bu nedenle toplumun dış görünüşüyle iç gerçeği arasında derin bir tezat bulunmaktadır. Bu tezat Türkiye'nin yaşadığı çağdaşlaşma sürecinin kendisinde vardır.
TC devletinin, çağdaşlaşmanın olmazsa olmaz ve hatta yeterli gerekleri olarak sunduğu siyasal prensipler, bir dış görünüm çağdaşlaşmasını hedefler. Çünkü asıl amaç çağdaşlaşmak değil, devletin toplum üzerinde yakından tahakküm kurmasını sağlamaktır. Bu tahakküm arzusuna tepki, toplumun büyük bir bölümünde bilinçsiz bir muhafazakarlaşmayı besler. Devlet çağdaşlaşma çaba ve tahayyülü ile Türkiye toplumunun bugünkü muhafazakar ve görünüşte içine kapalı tavrı arasında diyalektik bir bağ vardır."
Ahmet İnsel, 1990
No comments:
Post a Comment