‘Weapon of Choice’ yani ‘Tercih silahı’ teriminin doğrudan anlamı imza silahı; yani kendisini kullanan karakteri meşhur eden silah. Sadece kahramanlar tarafından kullanilabilen bu silahlar ya yalnız onlar için tasarlanmıştır ya da zaten sihir taşır. He-Man’in güç kılıcı gibi kendini taşıyan kahramanları güçlendirir ve dönüştürür. Bu terim yalnızca yoğun taktik savaşı gerektiren bilgisayar oyunlarını değil klibinde Christopher Walken’in oynadığı meşhur Fat Boy Slim şarkısını da çağrıştırıyor. Kimilerine hatırlattığı Subcommandante Marcos’un ‘Sözümüz Silahımızdır’. Seksenli yıllarda büyüyen çocuklar için ise ‘tercih silahı’ hükümetlerin aldiği muhafazakar önlemlere karşı çıkan o sesi getiriyor. Terim Türkçeye birebir çevrilebilir cinsten değil. Ülkenin geçmiş muhayyilesi bugünün dilinde yaşamıyor, bu da dili kesinlikten mahrum bırakıyor. Dilin hali tarihin bölünmüş doğasıyla da bağlantılı. Bu terim doğrudan çevrildiğinde, uzun yıllardır kurtulmaya çalıştığımız askeri aksanı geri getiriyor.
Dineo Seshee Bopape (Polokwane, 1981) ve Caner Aslan’I (Malatya, 1981) bir araya getiren serginin çerçevesinde bu terim seçmenin gücüne, yani gündelik nesnelerin seçilerek nasıl yüksek sesli yüzleşme nesnelerine dönüşebileceğine vurgu yapıyor. Güncel sanatın kalabalık köpük dünyasında tekil sesleri belirginleştirmek sanatçıların temel silahlarından biri. Sesim silahımdır/ My Voice, My Weapon of Choice’ u gerçekleştiren iki sanatçı da gündelik olanla ve işlevleriyle ilginç bir ilişki kuruyor. Kendilerine has hikaye anlatımlarında bu nesnelere rol biçtikleri zaman, nesneler bir yandan gereksizleşirken bir yandan da yeni senaryolar yaratabilecek şekilde neredeyse büyüsel bir güç kazanıyorlar. Boris Groys’un ‘eşit estetik haklar’a sahip olduğunu soylediği herkesin ulaşabileceği imgelerden o seçimleri yaparak, izleyicilerini dünyayla başka türlü bir ilişki kurabilmeleri icin çeşitli kişisel ve toplumsal çağrışımlara açıyorlar. Bu yeni mantığı açıklamaya çalışan Groys “ Bu imgelerin sonuçlanan sanat üretimine etkilerinin kaynağı özel olmalarında değil, tam tersine potansiyel olarak sonsuz çeşit imgenin varligina örnek olarak işlev görmelerinde yatıyor,” diyor. Bopape hiçbir şeye aldırış etmez görünen çok katmanlı oyun alanlarında daha kişisel olanın katmanlarını ararken, Aslan da geçmiş ve gelecek için şimdide bir arkeoloji teklif ederek yerlerinden oynamış hatıralara donuk farklı görme biçimleriyle oynuyor.
Bopape ‘Ben kendi yolumla hatırlamayı severim,’ dediğinde, insanları olası hatıralardan oluşan kozmozun tadini cikarmalari için davet ediyor aslında. Galeri mekanında bu kozmozu yaratmak için kullandığı malzemeler arasında plastik yer döşemeleri, disko topları, yapay bitkiler, kullanılmayan lambalar, parçalanmış kumaşlar, kırılmış şemsiyeler de yer alıyor. Bopape bu tarz beklenmeyen malzemelerden, çizimlerden, performanstan, görsel/sesli kolajlardan ve videolardan yararlanarak açık uçlu yerleştirmeler yaratıyor. Bu yerleştirmeler kendi hayatından ve başka olası hayatlardan gelen sözlerin ve hatırlamaların baska bir formda yeniden eyleme donustugu sahneler. Sanatçı kurallara üzerine kurulu bir üretim gramerinin sınırları içinde kalmayı sevmiyor. Kendini özne yaptığı dil birebir gündelik deneyimden kaynaklanıyor ve her seferinde kendini başka bir şekilde üretiyor. Bopape’nin hayal edilen ve gerçek mekanların birbirinin içine geçtiği anlatıları öbür insanları içermiyor belki ama imgelemimizi onların çağrışımlarıyla ateşliyor.
Geleceğe Dönüş film serisinde fotoğrafların ve dokumanların ayrı bir önemi vardır çünkü kahramanların seyahatleri sırasında yarattıkları değişimi sahnelerler. Gelecek değişirken, geleceği temsil eden fotoğraflar da aynı şekilde değişir. Benzer bir durum Stalinist zamanlarda da gerçekleşir. Yüksek bir yönetici partiyle anlaşmazlık yaşadığı anda sadece fiziksel olarak değil, imgesel olarak da silinir. Gerçeklik inşa edilmiş gelecek projeksiyonuna uymadığında, geçmiş foto dokümanlara müdahale edilerek yeniden yazılır. Bu bellek performansları Caner Aslan’ın Kasa Galeri için gerçekleştirdiği yerleştirmelere ilham kaynağı oluyor. Kullanılmayan meteoroloji gereçleri ya da evli çiftler tarafından rezerv edilmiş boş mezar taşlarını içeren bu arkeolojik sahne izleyicisini kendi kendisinin dedektifi olmaya, kendi ipuçlarını aramaya, kendi hikayelerini kurmaya davet ediyor. Aynı zamanda da gelecekle ilgili farklı senaryoların spekülasyonlarını yapan durumlar, nesneler, çevreler arşivi olarak işliyor.
Kasa Galeri’nin üç odalı mekanı birçok anlatı katmanını bir araya getirecek. Bopape’nin son odada gerçekleşecek olası hatıratlar uzamı ve Aslan’ın izleyiciyi karşılayacak potansiyel gelecek senaryoları arşivi arasındaki geçiş odası sanatçıların birbirinin tercih silahlarını analiz edecekleri bir karşılaşma mekanına dönüşecek. Sanatçılar birbirleriyle imgeleri bir araya gelebilecekleri bir ortam yaratma anlamında neredeyse diyalektik bir ilişki kuruyor. Silme ve yeniden yazmaya ilişkin kavramsal bir yapı kurma çabasıyla çağrışımların önünü açan oyuncu mannerism birbirini açık bir dil formatı içinde karşılayacak.
Grace Jones şarkısını “İşte hayat bu” diyerek bitiriyor. Hayatımızı seçtiğimiz silahlarla kuruyoruz. Sesim silahımdır/My voice, my weapon of choice sergisi hatıraları ve gelecekleri anlatan tekil sesleri var eden sanatsal içgüdü ve metodolojilere dair küçük çaplı bir durum çalışması öneriyor. Bopape’nin ve Aslan’ın diyalog içindeki taze işleri zamanımız hakkında farklı düşünme potansiyellerine ilişkin birleşik bir ufuğa işaret ederken yerel bağlam dahilinde de rahatsız olduğumuz aksanların yerine yenilerini oluşturabileceğimizi söylüyor.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Sesim silahimdir/ My voice, my weapon of choice takes its title from the opening line of ‘This is’ by the cult disco queen Grace Jones. She was on tour last year for her recent album titled Hurricane, which includes the particular song. When she announces this line, we who love her, clearly understand what she means. For Grace Jones has carried herself proudly for who she is, being a muse for many by doing that.
The phrase ‘weapon of choice’ literally stands for signature weapon; that is a weapon that makes a character so famous by using it. Being especially designed for them or enchanted, these weapons can only be used by heroes. They empower and transform them like the power sword of He-Man. It is not only associated with computer games of intense tactical takes but also a famous Fat Boy Slim song with its unforgettable video played by Christopher Walken. To some it can also echo Subcommandante Marcos saying ‘Our Word is Our Weapon’. To the children that grew up during eighties, ‘weapon of choice’ carries the confronting voice of eighties facing conservative measures taken by governments. The phrase is not directly translatable to Turkish. The past imagination of the country is not contained in the contemporary language, which precludes a certain precision. This fact is also connected to the split nature of history. When the phrase is literally translated, it carries a sort of military accent that we try to get rid of for many years.
In the framework of the exhibition bringing together Dineo Seshee Bopape (Polokwane, 1981) and Caner Aslan (Malatya, 1981) the phrase echoes the power of choosing, that is how ordinary things can be transformed into vociferous objects of confrontation by being chosen. In the crowded bubble world of contemporary art, differentiating singular voices becomes a fundamental weapon of choice for the artists. Both of the artists realizing Sesim Silahimdir/My Voice, My Weapon of Choice have a curious relationship with mundane things and their functions. When they make use of everyday objects as part of their particular storytelling, they become obsolete and enchanted at the same time with the potential of creating new scenarios. By making those choices from all accessible imagery that Boris Groys calls to have ‘equal aesthetic rights’, they introduce their audience to a variety of connotations, personal and collective, to relate with the world. “The source of the impact that these images exerted on subsequent art production,” says Groys explaining this dynamic logic “lies not in their exclusivity, but instead in their very capacity to function as mere examples of the potentially infinite variety of images.” While Bopape searches for the layers of more personal in her seemingly frivolous, complex playground spaces, Aslan plays with the ways of looking at displaced memories proposing his own archaeology for past and future in now.
When Bopape utters ‘ I like to remember things in my own way,’ she invites people to enjoy themselves in her own cosmos of possible reminiscences. Some of the means she uses to create that cosmos in gallery space are plastic lawns, disco balls, artificial plants, arbitrary light bulbs, ripped and shredded fabrics, cracked and broken umbrellas. The open-ended installations she produces out of such unexpected components, drawings, performance, visual/audio collages and videos are the performed phrases and re-collections/memories of her life and of other possible lives. Bopape doesn’t like to remain within the limits of normative grammar rules. The language she makes herself subject of emerges out of the casual experience and it vocalizes itself differently every time it happens. Her narratives of overlapping imagined and real spaces may not contain other human subjects but they fire our imagination with their evocations.
In the film series Back to the Future, the photographs and documents have an exclusive priority because they perform the change the protagonists create through their travels in time. While the future changes, the photos representing the future changes accordingly. A similar phenomenon happens in the Stalinist times, when a high officer disagrees with the party, not only their physical existence ends but they are also erased from the photos. When reality doesn’t fit the constructed projection of future, the past is re-written by intervening in the photo documents. These performances of memory are the inspiration for Caner Aslan’s installations for Kasa Galeri. This archaeological setting, including the polaroids of unsued meteorological devices or some reserved tombstones picked by married couples, aims to seduce the viewer to become detective, searching for their clues, constructing their plots. It also works as an archive of situations, objects and milieus speculating different scenarios of the future.
Thus, Kasa Galeri’s three-roomed space is employed for a few layers of narrative. The passing room between Bopape’s space of possible reminiscences and Aslan’s archive of potential future scenarios will be a space of encounter and confrontation where artists will analyze each other’s weapons of choice. Artists propose an almost dialectical relationship with each other in terms of creating milieus for the selected images to come together. The attempt of conceptual construction about erasure and re-writing that opens the exhibition meets the playful mannerism of evocation in the form of an open language.
No comments:
Post a Comment