sahaflarda dip dalarken vs denk gelen olursa haber etsin lütfen!
Devrimlerden günümüze uzanan neredeyse iki yüzyıl, ulus devlet egemenliklerinin kuruluşu ve egemenler arası savaşın acıları ve bedelleriyle belleklere kazınan bir “aşırılıklar çağı” oldu. Emeğin ortak tarihi, yaşamı, belleği üstünden sınırlar geçirildi. Topraklar devletlere, üzerinde yaşayanlar uluslara, ırklara, halklara bölündü. Emek sermaye tarafından ulus devletin sınırları içinde zorla çitlendi önce. Egemenler arası savaşta taraflaştırılarak uluslaştırıldı. Ulusal sınırlar içinde tekleştirilerek farklılaştırıldı, “başka”laştırıldı. Uluslar ve ırklar, savaşta ve savaşla kuruldu. Emeğin yaşamın üretimindeki elbirliğinin, kardeşliğinin üstüne savaşın, silahın, acıların gölgesi düştü. Kaderler ayrıldı. Egemenler arası savaşın düzenlenebilmesi için “barış”lar yapıldı sonra. Savaş, ulusal ekonomik ve politik çıkarlar üzerinden rekabete dönüştürüldü. Ekonomi, kültür, siyasal hayatta örgütlenen milliyetçi rekabet, toplumsal bir güce, belleğe, hayata büründü.
Aşırılıklar çağından çıkan dünya şimdi yine bir egemenlik savaşıyla yeni bir çağa başlıyor. Sermayenin çıkarının küreselleşmesinin önünde, ulus devletin toprak temelli sınırları, ulusal sınırlar içindeki politik ve ekonomik tekeller, ulus devlet egemenlik işleyişinin güvencesi milliyetçilikler aşılması gereken engellere dönüştü. Sermayenin çıkarının ulusal sınırlar içinde merkezileşme ve yoğunlaşmaya dayalı olduğu aşırılıklar çağında en büyük silahı olan ulus devletler ve milliyetçilikler artık galip gelinmesi gereken “düşman”lardır. Toprak temelli egemenlikleri aşan küresel bir piyasanın kuruluşu içinde özneleşmeyen ulusal egemenlikler savaşla disiplin altına alınmalıdır. Küresel sermayenin emek üzerindeki tahakkümü küresel olarak yeniden kurulmalıdır. Milliyetçilik, ulus devletler arası savaş ve rekabetin diliydi. Artık iş görmüyor. Egemenlik, emeği küresel olarak tahakkümü altına alabilmenin yeni bir söylemine ihtiyaç duyuyor. Ulusal sınırlar altında baskılanan diller, renkler, kültürler ulus devlet egemenliğine karşı bir silah olarak kullanılırken, bütün yerellikler küresel piyasanın işleyişinde özne olmaya çağrılıyor. Farklılıklar, metalaşarak piyasa içinde eşitlenmeye davet ediliyor. Küresel piyasaya eklemlenmeye direnen yerliliklere ise hayat hakkı tanınmıyor. Egemenlerin kendi dilinden söyleyelim:
“Hızlı ekonomik ilerlemenin acılı bir uyum süreci yaşanmadan imkansız oluşunun bir anlamı vardır. Eski felsefeler kenara atılmalı, eski kurumlar çözülmeli, kast, inanç ve ırk bağları yarılmalı. İlerlemeye ayak uyduramayan pek çok insan, rahat bir yaşam beklentilerinde hayal kırıklığına uğramak zorunda kalacak. Ekonomik ilerlemenin bütün bedellerini ödemeye istekli çok az topluluk var.” (Birleşmiş Milletler Raporu, 1951)
Küresel egemenlik işleyişinin yeni söylemi burada yatar. Sınırları, ulus devletler arasında değil, küresel piyasanın içinde ve dışında olmak arasında çizilen yeni bir ırkçılığın keşfidir bu. Tekleştirerek farklılaştıran milliyetçilikler ve ırkçılıklar karşısında, artık farklılaştırarak tekleştiren küresel bir ırkçılığa teslim olunması isteniyor. Küresel egemenler ile ulusal egemenler arasındaki bu savaş, milliyetçilikler üzerinden taraflaşmaları yeniden örgütlerken bu savaşta taraf olmamayı tercih edenler küresel sermayenin ırkçı egemenliğine karşı mücadele veriyor. Topraksızlar, güvencesizler, göçmenler, yoksullar, Zapatistalar, işsizler, yerliler…Emeğin ve sermayenin yeni bir mücadelesiyle belirlenecek yeni bir yüzyıl başlıyor.
Nietzsche 19. yüzyılın başlarında Avrupa’yı saran “ulusal nevroz” hastalığından bahsederken “buradan bir çıkış yolu bilen var mı?” sorusunu bir yakarıştan daha ziyade bir eleştiri olarak ortaya koyuyordu. Ardından bu hastalık tüm dünyaya yayıldı. Öyle ki bu hastalığa karşı üretilen her anti-virüs girişimi yeni virüsler yaratıyor, tarih sil baştan kuruluyordu.
Hepimize bir diğerinin “cani, vahşi, medenileşmemiş , asalak” olduğu telkin ediliyordu. Çocukluk masallarımızı kirletiyor, yeni masallara inanmamızı istiyorlardı. Oysa şair’in dediği gibi “Çocukluk taşınabilir bir şeydir / alınsa da elinden geçmişi.” İşte Conatus’u, bu itkiden hareketle, çocukluğumuzun gizil yerlerine ışık tutsun, geçmişimizi gün ışığına çıkarsın, kimliğimizin, kişiliğimizin, bedenimizin devinimlerini, kokusunu gün yüzüne çıkarsın diye bedenleştiriyoruz bugün. Geçmişimizi aklamak ya da karalamak yerine geleceğimize umutla bakmak, bizim olan çocukluğumuzu, emeğimizi geri istiyoruz. George Orwell’ın deyişiyle “bugünü kontrol edenler geçmişi de kontrol ediyor; geçmişi kontrol edenler geleceği de kontrol ediyor.” Conatus, bu nedenle ve buna karşı, Anka kuşu misali, yeniden küllerinden doğuyor: Bugünü kontrol edenlere karşı geçmişi aydınlatmak, geçmişi kontrol edenlere karşı gelecek olma kudretiyle ...
Mail grubumuza ulaşmak için conatusdergisi@yahoogroups
e-mail: conatusdergisi@yahoo.com
İçindekiler
Demokrasi ve Ulus Devlet Rudolf Rocker
Hegemonyanın Kökleri: Sınıf Uzlaşımının Mekanizmaları ve Ulus-Halkın Ortaya Çıkışı Luis M. Pozo
Irkçılık, Milliyetçilik ve Biyopolitika: Foucault’nun Toplumu Savunmak Gerekir’i, 2003 Mark Kelly
Es gibt keinen Staat in Europa: Günümüz Avrupa’sında Irkçılık ve Siyaset Etienne Balibar
Egemenliğin Sapkın Sebati Anthony Burke
Şarkiyatçılık ve Dünya Tarihi Edmund Burke III
Sykes-Picot Anlaşması 15-16 Mayıs 1916
İlerleme ve Ortak Bir Gelecek için Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortaklık
9 Haziran 2004
Dördüncü Dünya Savaşı Yardımcı Komutan Marcos
Sınırlar, Vatandaşlık, Savaş, Sınıf Sandro Mezzadra ve Etienne Balibar ile Tartışma
Kaçış Hakkı Sandro Mezzadra
Junius Broşürü – Yedinci Bölüm Rosa Luxemburg
Programımızda Ulusal Sorun V.I. Lenin
Ulusal Kültürün Karşılıklı Temelleri ve Özgürlük Mücadelesi Frantz Fanon
No comments:
Post a Comment