Sunday, March 16, 2008

a butler breaking stereotypes about herself or capability to produce dissent















şimdi adnan yazınca farz oldu bahsetmek, teorik altyapı vermek. saklıyordum malzememi. daha geç çıkaracaktım ortaya.
judith butler westernlerdeki eli maşalı ruth teyze, konuşurken büyüyen minik bir kadın.
universiteit van amsterdam'da verdiği konuşmada üniversitede eleştirelliğin ve özgür düşüncenin nasıl kısıtlı bir ortamda olduğundan başladı. temelini dissent ya da karşı karar üretiminin mühimliği, kant'i bugüne çevirirsek (yine kant'a göre) rasyonelin varolması için gerekli kısıtlı, denetli özel irrasyonel alan içinde felsefenin kendi disiplin sınırının dışına çıkarak otonom bir karşı karar üretme mekanizması olarak kullanılması gerektiği fikri üzerine gitti. kant'a karşı kant dedi. foucault'nun "what is critique" ve "what is enlightenment"larına değinmeden geçmedi. bikaç zayıf noktasına vurmadan hiç geçemedi. felsefe devlet yaptırımlarından, politikadan bağımsız düşünülemez dedi. karşı kararın birey pozisyonu üretirken bunun özel kamusal diye ayrılmadığını, sosyopolitik bir yaygın alandan bahsetmemiz gerektiğini anlattı. arendt'in sivil başkaldırıyı ahlaki bir sorumluluk olarak gördüğünü ekledi. neden israil gibi bir meselede amerika'da üniversitenin tavır geliştiremediğini bu açıdan okuyun dedi. yani kıskandırmak gibi olmasın çok lezzetliydi. bu arada üstüne gelen sorular parmak ısırtıcıydı, bizim üniversitelerde öyle günler görebilecek miyiz acaba?

akşam da de balie'de hollandacaya çevrilen yeni kitabı üzerine bir tartışma vardı. mesele ifade özgürlüğünden hollanda'nın durumuna geldi. işte orada gender kavgası benim bugün burada olmamı sağladı, sırtımı çevirmem ama feminist, gay, anti faşist hareketlerin birleşme zamanı artık, dedi. mesele daha büyüktür, mesele baskın söylemin dışında kalan ifade özgürlüğünü sağlama meselesidir, bunun için elbirliğiyle çalışmalıyız, buyurdu. tabii sürtüşme karşıtı hollandalılar yine birtakım saçma yorumlar yapıp, sonunda kadıncağızı ben nietzscheciyim, hayatımda hiçbir sisteme uyum sağlamadım bundan sonra da sağlamaya niyetim yok, diye çıldırttılar. neymiş efendim hollanda'da toplum düzeni varmış göçmen grupların yarattıkları gerginlik uyumla çözülürmüş.

son not: bugün aernout'a (mik) habermas'la butler'ı toplayıp anlattım. hollanda tartışma kültürü konusunda zayıf, insanlar çelişki gördüğü anda gereksiz duygusallaşıyor. van gogh cinayetinin travması geçmedi, dedi. ama hollandalıların - butler ve habermas konuşmalarını dinledikten sonra edindiğim- demokrasinin çelişki ve sürtüşmelerden oluştuğu, yani tepeden inme bir konsensus olmadığı konusuna pek hassas olmadıkları gözlemime hak verdi.

gün sonunda kıssadan bir sürü hisse. bugün için, kafa karışıklığımız için, bireyseli karşı karar üzerinden gündem hassasiyetiyle kurmak için...

No comments: