Monday, April 21, 2008

olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!

şahane olduk! paris hilton asena'yla göbek attıktan sonra lost'un yıldızı josh holloway de cahide'de de enrique'ye gelen dansözlerden isterim, diye tutturmuş. öte yandan trumplara istanbul'da yapacakları binaları kutlamak üzere 60'ların New York'unu hatırlatan bir parti verilmiş. bütün new york'lular ön sipariş yapmışlar istanbul'a taşınacaklarmış. bu arada kadınlarımız holloway'in ağzının içine düşmüş. muassır medeniyet seviyesi diye işte ben buna derim. damar damar oto-oryantalizasyon. beyrut'tan istanbul aktarmasıyla dönünce bütün haberleri öğrendim. herkes sevinçli, olduk işte şahane olduk!

bu arada birtakım cesur kadınlarımız holloway'e açık seks teklifi yaparken pippa bacca'nın cenazesi kaldırıldı. türlü türlü protesto gösterileri. ben kara duvaklı erkeklerin eylemlerine takılmadan edemedim. aynı olmaklık meselesi kurcaladı:


Tecavüz etmek erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'
'Namuz bekçiliği yapmak erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'
'Öldürmek erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'
'Homofobik olmak erkeklikse BİZ ERKEK DEĞİLİZ!'

ardındaki iyi niyeti görüyorum tabii ama "olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu" tiradını hatırlatıyor bana bu iş. kadın olma/mak, erkek olma/mak. iyi de tecavüz de, "namuz" bekçiliği de, fiziki/manevi şiddet de homofobi de bu topraklarda hem erkekliğin hem kadınlığın parçası işte. daha önceleri neredeydiniz? (adnan da koymuş bloguna) olmamakla işin içinden çıkılmıyor, yüzleşmek ve hesaplaşmak gerekiyor.
yoksa kara duvaklı skeç imgeleri olarak copy paste etiket gibi kala kalır bu karşı çıkışlar. sözüm dersini çalışanlara değil tabii ki. onlar kara duvak takmış cin fikirli birkaç gazetecimiz de toplumsal görünürlüğü yüksek kadınlarımıza gelinlik giydirip gebze yoluna çıkarmış. al birini vur ötekine. toplumsal bilinçlenme seanslarımız bile ne kadar teatral.

arada oya baydar'dan bildik yurttan sesler notaları dışında bir şeyler çıkmış. yukarısıyla aşağısını bağlayınız:

"Yasaların ve uygulayıcıların eril şiddet kültürüyle yoğrulmuş olduğu, sunturlu küfürlerin hep kadın cinselliği üzerine kurulduğu, kadının erkeğin tarlası, namusu ve malı olarak görüldüğü bir toplumda tecavüz ve benzeri şiddet olaylarının azaltılmasının bir yolu, yasaların ve uygulamaların “tahrik indirimi” vb. gibi erkeği kayırıcı hükümlerden ve kararlardan arındırılması olabilir. Ama asıl sorunumuz, kadının ebedi “öteki” sayıldığı bir kültürde, “öteki”ne şiddet uygulamayı mubah sayan zihniyet. Bu yönden bakarsak Hrant Dink cinayetiyle Pippa’ya tecavüz edilip öldürülmesi, derindeki nedenleri itibarıyla pek de farklı şiddet olayları değil."


tecavüze devam

Yıldırım Türker

Ölümüyle, hunharca katledilme-siyle tarihe bir dönüm noktası olan insanlar vardır.
Hrant'ın ölümü sayesinde dile getirilemeyenlerin, hayatın her alanının her rütbesinden gönüllünün katıldığı cinayet örgütlenmelerinin ortaya çıkarılması konusunda iyi kötü bir adım attık. Devamının gelmesi için; canımıza tehdit, dilimize kilit olan kutsalların bir bir sorgulanabilmesi için artık iş bize düşüyor.
Aynen İtalyan sanatçısı Pippa Bacca'nın ölümü gibi. Onun barış performansını kanlı bir müdahaleyle korkunç bir sona yazan vatandaşımızın ardındaki karanlığı kurcalamak da şimdiki görevimiz.
Pippa, performansına hepimizi katıyor işte.
Gazetemizdeki muhteşem Kaan Sezyum'un son yazısının başlığı, 'Her Türk Münferit Doğar' idi. Bacca'nın tecavüzcü katili de gayretkeş Türklük muhtarları tarafından münferit, dünyanın her ülkesinden çıkabilecek bir sapık olarak yansıtıldı.
Oysa öyle olmadığını biliyoruz. Değil mi?
Yakın zaman önce Batman'a gittim. Hizbullah'ın, savaşın, intihar eden kadınların Batman'ı. Bir zulüm laboratuarı olarak gözlerimizden ırakta, yolunu bilsek de bir türlü ulaşamadığımız Batman. Orada yine dudak uçuklatan öyküler dinledim.
Batman Barosu'nun Batman'ın 'kenar mahalleleri'nde başlatmış olduğu bir çalışmadan izlenimler. Liselerde 'Aile içi şiddet' konusunda bir bilinçlendirme çalışmasına katılan genç avukatlar çaresiz bir şaşkınlık içinde anlatıyorlardı. Aile içi cinsel tacizin ne kadar yaygın olduğunu. Amcaların, dayıların, erkek kardeşlerin, küçük kız çocuklarına tecavüzünün yaygınlığını. Sokaklarda rahat yürüyebilmesi bile mümkün olmayan kızların ev içinde nasıl birer cinsel nesne olarak kullanıldığını. Kimileyin analarının da birer suç ortağı olarak onları nasıl suskunluğa teşvik ettiğini.
Ama karanlık çöktüğünde hiçbirimiz bu konulardan konuşmak istemiyorduk. Bazen birinin gözleri dalıyor, Batman'daki intiharların neden bir türlü durdurulamadığını soruyordu. Artık delikanlı oğlanlar da birer ikişer atıyorlar kendilerini Hasankeyf kalesinden. Kızlar neyse de oğlanlara ne oluyor, diye soruyordu genç bir avukat.
Çünkü görsek de, bire bir tanık olsak da kabul etmek istemediğimiz, bir an evvel unutmaya, kendimizi şaşkınlığın ve masumiyetin şefkatli kollarına bırakmaya alıştığımız bir konu, tecavüz. Ve ensest.
Pekiyi bu konu Batman'a özel, o şehrin havasından suyundan kaynaklanan bir durum mu?
Daha dün İstanbul'da karın ağrısı şikâyetinden doktora götürülüp 8,5 aylık hamile olduğu anlaşılan 12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenin dayısı olduğu haberi vardı Radikal'de.
Yine iki gün önce birkaç doktorun Düzce Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalı'na cinsel saldırı iddiasıyla başvuran bir grupla yaptığı araştırmanın sonuçları yayınlanmıştı.
Sonuçlara göre cinsel saldırganların yüzde 43.4'ü tanıdık. Yüzde 13.2'si eski sevgili, yüzde 11.3'ü koca, yüzde 7.5'i biyolojik baba, yüzde 7.5'i de yakın erkek akraba.
Mağdurların yüzde 18.9'u 11 yaşın altında. Yüzde 69.8'iyse 18 yaşın altında.
Tecavüz, gerek kanıtlanması güç olduğundan, gerekse kurbanların başlarına geleni anlatamamasından, herkesin bilip kimsenin engelleyemediği bir gerçeklik olarak suratımıza sırıtıyor.
Bu memlekette çocuk sevgisinin ne anlama geldiği üstüne iyice bir düşünmeliyiz.

Tecavüzcü sürüsü
2003 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı başıma gelmedik kalmamıştı.
Görmezden gelmeyi sürdürdüğümüz takdirde toplum olarak bir tecavüzcü sürüsüne dönüşeceğimizi vurgulayan bir başlıktı kullandığım. Oysa basınımızın kimi militarizm bekçisi ve Genelkurmay benim bu başlığı ordu için kullandığım konusunda hemfikirdi. Yurdun dört bir yanında kutsal sacayağından töre, kız çocuklarını, kadınları intiharla ya da infazla sustururken diğeri, yani militarizm bu konuda devreye giriveriyordu.
Jandarma Genel komutanlığı, Ş.E.'ye tecavüz ettiği gerekçesiyle 405 (dört yüz beş) personeli hakkında açılan davaya ilişkin sadece birkaç gazetede çıkan haberlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti: "... abartılı olarak yansıtılan iddianın...basın organlarında yorum ve değerlendirmelere tabi tutulması ve 'Ş.E.'nin onur mücadelesi', 'Tecavüz skandalı büyüyor', 'Ş.E.'nin annesi de tecavüze uğramış'...gibi başlık ve sloganlarla çarpıtılarak sunulmasının bölücü örgüt ve işbirlikçilerinin propaganda amaçlı gayelerinin bir parçası olabileceği değerlendirilmektedir."
Dolayısıyla bu konuda susmamız, Ş.E.'yi, anasını ve benzeri sayısız kadını bir kez daha yapayalnız bırakmamız gerekiyordu. PKK yanlısı sanılmamak, hatta ilan edilmemek için.
İsteyen o tarihte çok kısa süre gündemde kalabilen bu korkunç tecavüz iddiasıyla ilgili yazılanları, Ş.E.'nin anlattıklarını okuyabilir.
Almanya'da yaptığı bir konuşmada aynı konudan söz açan Eren Keskin'in çilesi de, belki takip ediyorsunuzdur, hâlâ sürmekte.
'Türk askeri böyle şey yapmaz' diye haykıranlar, bu yıl Newroz kutlamalarına izin verileceğini açıklayan Bakanlık'a rağmen asker tarafından işbaşına sürülen polislerin Yüksekova'da panzerlerinden megafonla yaptığı, 'Jandarmalar geliyor. Bacılarınızı yollayın' anonslarında da bir haber değeri görmedi elbet. Acaba o anonslar ne anlama geliyordu?
Şimdi, ele güne rezil olma paniğiyle Pippa'nın tecavüze uğrayıp katledilmesinden Türk'ün onurlu utanç gösterisi çıkarmaya çalışanlar, bu toprakların ve kültürün münferit sapıklarından hayıflananlar, açıkça sahtekârlık ediyor.
Dava konusu olan o beş yıl evvelki yazımda bütün topluma öfkeyle seslenmiştim. Ne idüğü belirsiz Basın Konseyi'nden, davam sürmekte olduğu halde ihbar niteliğinde bir 'kınama cezası' alan o yazımın sonunu bir kez daha okuyalım istiyorum:
Bu topraklarda her nesilden kaç milyon kadının tecavüze uğrayıp hayatta kalmak adına yaşadıklarını sineye çekerek bir başına yaralarını sarmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü? Gecenin bir vakti kan ter içinde uyanıp kâbuslarını yapayalnız yaşamak zorunda olan; çocuklarını, yakınlarını, en önemlisi hayatlarını korumak için uğramış oldukları bu en vahşi saldırıyı unutmaya çalışan ne kadar kadın var yanımızda yöremizde. Solcu diye, Kürt diye, yoksul diye, fahişe diye, kocasının karısı diye, onun yeğeni bunun baldızı diye ve daha bütün insanlık hallerini sıralasak onlar diye, her şeyden geçtim kadın diye, 'kirletilmek' fiiliyle peçelenmiş diye her gün kaç kadın tecavüze uğruyor diye düşünmüşlüğünüz var mı? Mutlaka vardır. Çünkü sokaklarda, eviçlerinde, hayatın her köşesinde kadın cinselliğini küfre emanet etmiş dolanıp duruyorsunuz. Ancak birbirinizin anasını avradını bacısını sıradan geçirdiğinizde rahatlayabiliyorsunuz.
Birbirlerine yılışarak el veren saygıdeğer aile babaları tarafından iştahla ırzına geçilmiş kız çocuklarının gönüllü olup olmadığını tartışmayı biliyorsunuz çünkü. Sizden değil diye, HADEP'li diye, Dev-Solcu diye, fahişe diye, gülüp geçmeseniz bile içinizden sinsi bir 'Oh olmuş orospuya' geçiyor çünkü. Tecavüzcü Coşkun'u gıptayla kudurmuş bir tezahüratla karşılayan sizsiniz çünkü.
Çünkü Türk askeri yapmaz. Çünkü hepsi söylenti. Çünkü her şey bölücülerin ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü kadındır, hak etmiştir.
Kadınlardan nefret eden bu toplum tecavüzcülere çanak tutuyor. İkiyüzlülükle, korkaklıkla, alçakça susup görmezden gelerek. Kimileyin açıkça onaylayarak.
Pekiyi neden her erkeğin anasına bacısına karısına küfredildiğinde bir cinayet makinesine döndüğünü, hele içkiliyse sel salya sümük bağrını yumruklayıp ölüme koşar gibi yaptığını hâlâ anlayamadınız mı? Bu namus müsameresinde kadınına toz kondurmayan horoz kılığına bürünmek saklanmanın en mubah yolu da ondan.

No comments: