Thursday, June 5, 2008

vatana millete hayırlı uğurlu

anayasa mahkemesi muhakeme yeteneği düşük halkının yerine bir karar vermiş, türban düzenlemesini iptal etmiş. gerekçesini okuyunca hepimiz anlayacakmışız neyin neden olduğunu, gerekçesini okumadan fikir yürütmemek gerekirmiş.
farklı olana tahammülsüz güzel ülkemde seçkinci gönüller rahat bir nefes aldı ohh. her şey kontrol altında. kadınların başını örtüp örtemeyeceğine de yüce hukuk karar verdi rahatladı.
bu sefer de hukuk eliyle darbe yapıldı. başladığımız yere mi döndük yoksa: elitler vs düşükler?
esas şimdi başlıyoruz çünkü yasama birkaç seferdir provasını yaptığı yürütme manevralarını birbiri ardına gerçekleştirecek belli ki.
öyle laiğiz öyle laiğiz, ama nedense nüfus cüzdanımızda din diye doldurulması gereken, çoğunlukla da cüzdan sahibine sorulmadan doldurulan bir kısım var, başka her göreni şoklara uğratan...
lübnan'da home works sırasında güzel bir yorum dinlemiştim bu konu ile ilgili, din politikanın içindeyse artık din değil bir tür popülizmdir, böyle bir ortamda laiklik ile populistdinpolitika birbirini sıfırlar.

bunun üzerine bir de hatırlayalım:

YILDIZ RAMAZANOĞLU

Yasağın örtüsünü kaldırma kitabı: Türkiye’nin örtülü gerçeği

Derin bir tutkuyla arzuladığımız gerçeğin ve adaletin hiçe sayıldığını, ayaklar altına alındığını, karanlıkta bırakıldığını görmek ne büyük bir yıkımdır…onlar her şeye cesaret edebildiklerine göre ben de edeceğim, mahkeme olayı tüm açıklığıyla ve eksiksiz olarak ortaya koymazsa, daha önceden söz verdiğim gibi gerçeği söyleyeceğim.

İtham Ediyorum / Emile Zola

Söylenen şu: Eğer başörtü meselesi gündeme gelmeseydi kapatma davası olmazdı. Peki kırk yılını geride bırakan kötülükle yaşamak nereye kadar sürecek acaba. Unutun bu konuyu dense de ben yine de örtülü gerçeğin örtüsünü az da olsa aralayan bir araştırmadan sözetmek istiyorum.

Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneğinin ANAR’a yaptırdığı araştırma doğrudan ve sadece başörtülü kadınlarla ilgili yapılan en kapsamlı araştırma. İnsan gücü ve ekonomi açısından kayıpları sayısal olarak bulgulamada bazı eksiklikleri olsa da yaşanan travmayı ve ayrımcılığın boyutlarını sergilemesi açısından önemli bir çalışma.

Türkiye’nin merkez illerinden 1112 denekle yüz yüze mülakatla yapılan araştırmanın sonuçları, üzerinde çok kapsamlı analizler yapmak için zengin veriler sağlıyor. Zaten kitapta uzmanlar tarafından yapılmış bazı çözümlemeler ve yorumlar mevcut.

Araştırmaya göre yabancılaştırıcı bir terim olarak türban, kadınlar tarafından pek de kabul görmemektedir. Deneklerin büyük çoğunluğu başlarına örtükleri nesneyi başörtüsü olarak değerlendirirken sadece % 6’sının türban olarak tanımlaması türban kelimesinin suçlama ve dışlama aracı olarak yasakçılar tarafından üretildiğini gösteriyor. Ayrıca % 97.7’si dinin emri olduğu için başını örttüğünü söylemiş. Büyük bir çoğunluk da küçük yaşta annesinden görerek örtmüş. Bu da siyasal simge olduğu iddiasını yanlışlıyor.

Yasak nedeniyle başörtüsünü açmak zorunda kalan kadınların % 70.8’i kişiliğinin zedelendiğini, parçalandığını, % 63.2’si kendini hakarete uğramış hissederken, deneklerin % 46.9’u başını her açtığında bundan utanç duyduğunu belirtmiş. Bu arada % 11.2’si ailesinden, % 21.2’si ise akrabalarından başını açması hususunda baskı görmüş.

Yasağın yarattığı ruhsal travma da son derece çarpıcı. Kadınların % 66.5’i medyanın olumsuz tutumu nedeniyle onurunun incindiğini, % 63.8’i ülkesine, % 60.6 ‘sı hukuka olan güveninin sarsıldığını, % 54.1’i suçlu muamelesi gördüğünü ve buna çok üzüldüğünü, % 45.7’si kendini diğer insanlara kıyasla fazla baskı altında hissettiğini belirtmiş.

Deneklerin % 4.5’luk bölümü hariç, geri kalanları başörtüsü yasağı nedeniyle, çeşitli sosyal mağduriyetlere uğradıklarını düşünmekte. Bu bölümdeki rakamlar hem ayrımcılığın boyutlarının hem de başı açık hizmet vermenin her zaman yansız ve hak ve adalet duygusu içinde olmanın garantisi olamayacağının göstergesi. Deneklerin uğradığı en yaygın mağduriyetler : kamu kurumlarında diğer vatandaşlara göre farklı muameleye uğramak(% 51.5), sorun yaşama ihtimaliyle belli ortamlara gidememek(% 50.6), bazı toplum kesimleri tarafından dışlanmak(% 36.5). Azımsanmayacak sayıda insan da başını örttüğü için sokakta taciz ve hakarete uğramış(% 28.1). Ayrıca deneklerin dörtte biri de okulda taciz ve hakarete uğramış.

Yasak nedeniyle eğitimine devam edemeyenlerin % 60’ı lisans ve lisansüstü eğitimini yarıda bırakırken, % 24.6’sı üniversite sınavına bile girememiş.

En ürkütücü sonuçlardan biri de yasak yüzünden kaybettiği hakları geri almak için deneklerin % 16.6’sı yargıya başvururken, % 76.2 si buna gerek görmemiş, gerekçe olarak da yargının tarafsız ve adaletle hüküm vereceğine güvensizliğini göstermiş(% 62.8).

Bütün bu sıkıntılara rağmen yasağın sonuç almak açısından da başarısız olduğu görülüyor. Çünkü başını tamamen açanların oranı sadece 1.2 iken, çoğunluk başörtü yerine geçmesini umarak peruk bere şapka gibi nesnelere yönelmiş.

Bu arada %77’lik bir gurubun kadının başını örtmeden de dindar olabileceğini söylemesi, başörtülü kadınlardaki esnek bakışın, bir arada yaşamak için gerekli anlayış ve toleransa sahip oluşlarının göstergesi.

Araştırmanın içimizi en çok acıtması gereken verisi ise “başörtüsü yasağı olmasaydı hayatınızın daha farklı olacağını düşünüyor musunuz” sorusuna verilen cevapta çıkıyordu karşımıza. Kadınların % 93.9’u bu soruya evet cevabını vermiş. Demek ki gelecekleri, hayalleri, rüyaları çalınmıştı ve biricik hayatlarına yapılan bu acımasız müdahaleye, toplumsal barış adına sessizce katlanmak zorunda kalmışlardı.

BİRAZ DAHA CESARET
Bu gerçeklik karşısında irkilmeden hiçbir şey olmuyormuş gibi davrananlar, ağır eşitsizliği ve ayrımcılığı görmezden gelerek bunun nesi sorun diyenler, her çözüm önerisini ayrışma kutuplaşma bölünme kelimelerini dolaşıma sokarak gündemden uzaklaştırma yoluna gittiler. Gerekirse bu çatışmaları üretebiliriz alt okumalarını da çağrıştıran bir dille hem de.

Bu durum karşısında hiçbir tevile yol açmayacak şekilde hemen şimdi yasağın kalkmasına destek veren az sayıda yazara karşılık, demokratlıktan da vazgeçmek istemeyen kimileri, doğrudan karşı çıkmasalar da çeşitli çekincelerini dile getirdiler : zamanı değil, bu mesele ülke sorunları sıralamasında ilk üçte geçmiyor, meclisin yüzde sekseni yasağın kalkmasını onaylasa da geri kalanlarla konsensüs gerekir, son insan ikna oldu mu, başı açıklardan özür dilediniz mi, onların geleceğe ilişkin korkuları giderildi mi, bu işler aceleye gelmez, önce ekonomi, önce harekat, önce mutabakat, bir seçim daha geçsin, ya bir partiye yararsa, kışın olmaz, yaz uygun değil, dört mevsimin dışında bir zamanda olmalı, yangından mal mı kaçırıyorsunuz derken kırk yıl geçivermiş. Bu en az üç nesil demek. Üniversiteyi terk etmek zorunda kalmış binlerce insan nine oldu. On bin civarında genç kız gezegene dağıldı, dünyanın geri kalan yerlerinde özgürce eğitim alabilmek, bir şeyler öğrenebilmek için.

Bütün gerekçelere rağmen çözüm için harekete geçilince bahaneci dil sertleşiyor : siz bizim kim olduğumuzu biliyor musunz, bizim istemediğimiz hiçbir şey olmaz, Adnan Menderes’in akibetini hatırlayın söylemi.

Tek tip ve yekpare bir düşünce atmosferine alışmış, farklı görüşler olmasını, fikir ayrılıklarını çatışma, bölünme, çatlak ses ve nifak olarak algılayan kimi elitlerin aksine, aydınlanmış insanlar, bunu normallerin kırılması, vizyonun genişlemesi, ufkumuzun açılması, eşitliğin kurulum sancısı, farklılıkların barış içinde temsili ve kamu alanının zenginleşmesi olarak değerlendiriyor.

İnsanların gözlerini kaçırmadan birbirlerinin yüzüne bakarak konuşmalarının zamanı geldi. Yasak aslında kardeşlik duygularımızı işbirliği ve dayanışma ruhumuzu öldürerek başka çatışmalara da zemin hazırlıyor, Doğu’da ve Batı’da birlik ve beraberlik için fikir üretmeye kullanacağımız enerjiyi zayıflatıyor. Bölgedeki işgalcilerin çıkarlarına çalışıyor her yasakçı jakoben, bilerek ya da bilmeyerek.

Baskın Oran bir yazısında Avrupa’da bir üniversite öğrencisinin kılık kıyafetine karışmaya kalkan birini hemen müşahede altına alırlar diyordu. Bu Asya Amerika Afrika Antartika Ekvator ve Avustralya için de geçerli. Bunun üstüne söz söylemeye gerek yok sanırım. Ne ile mücadele edildiği çok açık.

(Bu yazı Birikim’in Mart 2008 sayısında yayınlanan yazımdan bir bölümü içermektedir.)

No comments: